Alemlere Rahmet olarak gönderilen kutlu elçi, tüm ahlakî meziyetlerin tartışılmaz sultanı olduğu gibi, bugün hayatlarımızda pek de izi kalmayan vefanın da sultanıdır.
Nedir vefa? Vefa en kısa anlamı ile; yapılan iyiliğin küçüğüne büyüğüne bakmadan onu unutmamak ve o iyiliğe misliyle yada daha güzeli ile karşılık vermektir. Dolayısı ile vefa; nankörlüğün zıddıdır. Nankörlük yapılan iyiliğin kadrini bilmemek, o iyiliğe kötülükle karşılık vermektir. Bu anlamdan hareketle vefanın kime karşı gösterileceği hususunda çok geniş bir yelpaze ile karşı karşıyayız. Elbette bir vefadan bahsedilecekse en başa kulun Allah’a karşı ortaya koyması gereken vefasını yazmamız gerekiyor. Sonra İslam’a vefa, Kur’an’a vefa, Peygamber’e vefa, dosta vefa, dostun dostuna vefa, düşmana vefa, insana vefa, hayvana vefa, eşyaya vefa, yani tüm varlığa karşı vefa…
Vefanın sultanı olan Efendimiz’in hayatında burada sayılan tüm alanlara ait vefa izleri bulmak mümkündür. Ama biz bu yazıda sadece O’nun (s.a.v.) düşmana karşı vefasına dair bir tabloyu aktaracağız. Ta ki, dostlarını bozuk para gibi harcayan bu çağın insanına, Efendimiz’in değil dostunun, düşmanın dahi yaptığı iyiliği unutmayıp, nasıl vefalı davrandığını öğrenelim de, düşmanların çok olduğu bir dünyada vefasız dostlardan olmamanın çabasını verelim.
Nübüvvetin 7. yılında Mekke yükselen İslam davetinin önünü alamayınca Müslümanlara karşı bir ambargo kararı alır. Bu karar Kabe’nin kapısına tüm Mekke halkı uysun diye asılır. O günlerde ticari bir sefer için Mekke’nin dışında bulunan sayılı tüccarlarından Ebu’l Buhturi ibn Hişam yolculuktan dönünce Kabe’de asılı bulunan bu kararı görür. İslam davetine karşı olmasına rağmen bu kadarı da fazla diyerek, asılan kararı alıp yırtar ve bu kararlara uymayacağını söyler. Bununla da kalmaz birkaç kez Şib-i Ebi Talip’te muhasara altında bulunan Müslümanlara yiyecek gönderir. Allah Resulü (s.a.v.) Ebu’l Buhturi’nin bu vicdanlı davranışını vefa defterine silinmez harflerle yazar. Aradan tam 7 yıl geçer ve Bedir’de iman ordusu ile inkar ordusu karşı karşıya gelir. Efendimiz bir de duyar ki, Ebu’l Buhturi’de savaş meydanına Müslümanlarla vuruşmak için gelmiştir. Ama vefanın sultanı, sultanlara yakışır bir tarzda önünde duran sahabesine şunu söyler: “Men lekiye min kûm Eba’l Buhtiri fe la yeg’tuluhu” “Her kim savaş meydanında Ebu’l Buhturi ile karşılaşırsa sakın onu öldürmesin.”
Savaş meydanında Ebu’l Buhturi’ye böyle bir dokunulmazlığın neden verildiğini bilmeyen bazı sahabîler merakla; “Ya Resulullah! Bu adamın ne özelliği var ki, savaşın içerisinde böyle bir ödülü hak ediyor?” diye sorarlar. Allah Resulü der ki: “Vefaen lehu bima fa’ale yevmu’s sahife” “ Sahife günü, yani Şib-i Ebi Talip ambargosunda bize yaptığı iyiliğe karşı ona olan vefa borcumuzdan dolayı bu vefayı hak ediyor.”
Bedir başlıyor; İman ile inkarın ilk karşılaşmasında tabir caiz ise kelleler veriliyor, kelleler alınıyor. Böyle bir ortamda Ensar’ın yiğitlerinden Mücezzir ibn Ziyad, Ebu’l Buhturi’nin karşısına çıkıyor. Mücezzir, Allah Resulü’nün uyarısını hatırlar hatırlamaz, hemen Ebu’l Buhturi’yi bırakıyor, başka biri ile savaşmaya başlıyor. Bu tablo birkaç kez tekrar edince Ebu’l Buhturi merak ediyor ve karşısında duran İslam askerine; “Ey Falan! Neden benimle savaşmıyorsun. Benden korkuyor musun, yoksa beni beğenmiyor musun?” diyor. Mücezzir ibn Ziyad, Ebu’l Buhturi’ye diyor ki; “Ne seni beğenmediğimden, nede korktuğumdan dolayı senden kaçıyorum” Ebu’l Buhtiri daha da meraklanıyor; “peki neden benimle vuruşmaktan kaçıyorsun” diyor. Mücezzir aynen Allah Resulü’nden duyduğu cümleyi orada tekrar ediyor: “Vefaen leke bima faalte yemu’s sahife” “ Sahife günü yaptığın iyiliğe karşı vefanın bir gereği olarak sana kılıç kullanmayacağım.”
Ebu Buhturi ne yazık ki Bedir günü kendisine gösterilen bu vefaya karşılık vefalı davranamaz, ısrarla Mücezzir ibn Ziyad ile vuruşmak ister ve en sonunda da onun eli ile öldürülür.
Vefanın sultanı olan Allah Resulü’nün savaş ortamında kendisi ile vuruşmak için gelen bir düşmana karşı gösterdiği bu vefa tablosundan alacağımız çok dersler olduğu muhakkaktır.
İnşallah ders alanlardan oluruz da, düşmanların çok olduğu bir dünyada vefasız dostlardan olmayız. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını bilenlerden oluruz. Bize bir harf öğretenin dizinin dibinde kırk yıl köle olmayı zillet değil, vefanın bir gereği olduğunun bilincine varırız. Dostlarını bozuk para gibi harcayanlardan değil, kadri kıymet bilenlerden oluruz.
Rabbim bizleri Muhammedî ahlakın kokusunun aleme yayıldığı bugünlerde vefanın sultanından hayatlarına vefa izleri taşıyanlardan eylesin. (Amin)
Muhammed Emin YILDIRIM