“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âli İmran Sûresi 104. Ayet)
“İslâm geleneğinde dinin insanlara duyurulması ve tanıtılmasına ‘tebliğ’ ve ‘davet’, bu faaliyeti üstlenen kişiye ‘tebliğci’ denilmektedir. Ancak Hıristiyanlıktaki misyon ve misyonerlikle İslâm’daki tebliğ ve davet anlayışı arasında derin farklılıklar bulunmaktadır. İslâmî tebliğ ve davette, yalnızca doğruların ilân edilip insanlara duyurulması hedeflenirken (el-Mâide 5/67; en-Nahl 16/125) misyonerlikte amaç insanların vaftiz edilip Hıristiyanlaştırılmasıdır (Matta, 28/19-20). Dolayısıyla misyonerlik, sadece Hıristiyan inancının ifade edilip duyurulmasını amaçlayan sıradan bir tebliğ olayı değil, Pavlus’un da vurguladığı gibi ‘ne yapıp edip insanların Hıristiyanlığa kazandırılması’ faaliyetidir (Korintoslular’a Birinci Mektup, 9/20).”[1]
İslâm davetçisi için üç önemli prensip söz konusudur: hikmet, güzel öğüt ve en güzel şekilde mücadele (Nahl Suresi, 125). Bu prensipler Peygamber Efendimizin hayatının temel ekseni olma özelliğini de taşımaktadır (Ali İmran, 159). Öyle ki Efendimiz (sav) samimi bir şekilde, söylediklerini yaşayarak insanları Hakk’a çağırmış ve muhatap olduğu herkesin durumuna göre davranmıştır. İnsanlara af, hoşgörü, yumuşak huylu (hilm) ve tatlı dil ile yaklaşmıştır. Kin ve intikam duygusuna yahut zorbalığa başvurmayıp şefkat ve merhametle muameleyi tercih etmiştir.
Allah, İslâm’a daveti yalnızca peygamberlere ya da belli bir zümreye sorumluluk olarak yüklememiştir. İman eden herkesi hem İslâm’ı yaşamak hem de iman etmeyenleri dinine davet etmekle yükümlü kılmıştır. Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker (iyiliği emredip kötülüğü yasaklama) herhangi bir topluluğa ya da zümreye ait değildir, her mü’min bu görevi “lâ ilahe illallah” diyerek kabul etmiştir.
Davetçi, davet ettiği hususu önce kendi hayatında tatbik eder, örnek olur. Tıpkı en güzel örnek olan Peygamberimiz gibi. İnsanların çoğu davet edilen “şeyi” davetçinin şahsıyla özdeşleştirir. Bu nedenle davetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır. Davet, herhangi bir gruba, hizbe ve onların tarzına, bir kişiye bağlanmaya değil; Allah’a olmalıdır. O’na ibadet etmeye, dini yaşamaya, adaletli olmaya, iyilik yapmaya, yardım etmeye, hayâsızlık ve fenalık yapmamaya, Allah’ın kitabında verdiği öğütleri düşünüp tutmaya olmalıdır (Nahl Suresi, 90).
Misyonerlik ile tebliğin farklı anlamlar içerdiğini ve tarihî süreç içerisinde farklı algılandığını daha iyi anlayabilmek için misyonerlik ile tebliğin özelliklerini ortaya koymamız gerekir.
Tebliğin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Tebliğ gönül işidir. “Resmî hiyerarşik bir yapılanma”, kurum ve kuruluş yoktur; siyasi ve “ideolojik” bir amaç güdülmemektedir.
2. Tebliğde zorlama, baskı, hile yoktur.
3.Tebliğde bildirme, öğretme ve haberlendirme esastır.
4. Tebliğde sevgi ve şefkat söz konusudur.
5. İyilikle ve güzel öğütle anlatma temel yöntemdir.
6. Tebliğde devletin siyasi kuruluşları, istihbarat birimleri ve “resmî kurumlar” devrede değildir, özel bir görev ve görevlendirme yoktur.
7. Tebliğde siyasi ve ideolojik bir gaye öne çıkarılmamaktadır. Tebliğde art niyet yoktur, ihlâs ve samimiyet esastır.
8. Hastalık, deprem, yangın, sel, işsizlik, yokluk, açlık gibi sıkıntılı anları kullanma tebliğde yoktur. Böyle sıkıntılı anlarda sadece “Allah rızası” gözetilerek, karşılık beklemeden darda bulunanların yardımına koşmak esastır.
Misyonerliğin temel özellikleri;
1. Misyonerlik kurumsal, plânlı, programlı bir organizasyondur. Hiyerarşik bir yapılanma içinde, sadece dinî bir faaliyet değil, siyasi ve idari bir gücü olan, “ideolojisi” bulunan “özel bir teşkilat”tır.
2. Dönemlere, zamanlara ve şartlara göre taktik değiştiren bir faaliyettir.
3. Muhatabın zaaflarından yararlanma misyonerliğin olmazsa olmazlarındandır.
4. Hastalık, deprem, yangın, sel, açlık, yokluk, işsizlik, geri kalmışlık ve bunların beslediği umut ticareti, misyonerlerin etkili olmak için bekledikleri ortamlardır.
5. Misyonerlikte, din değiştirme yanında kimlik ve kişilik değiştirmeye önem verilmektedir.
6. El attıkları kişileri dinine, devletine ve milletine düşman ederek toplumundan soyutlanmasına özen gösterilmektedir.
7. Misyonerlik günümüzde, “siyasi organizasyon” olarak faaliyet göstermektedir.
8. Misyonerler, kendilerini destekleyen devletlerin “öncü gücü” ve istihbarat elemanı olarak da görev ifa etmektedirler.
9. Misyonerlik “yeni dünya düzeni oluşturmak”, “tek kutuplu dünya oluşturup yetkiyi eline almak” ve “rejim değiştirmek” isteyen “Süper Güçler”e servis yapmakta kullanılan bir yöntem haline gelmiştir.”[2]
“Misyonerler Afrika’ya geldiğinde, bizim topraklarımız; onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim İncilimiz; onların ise toprakları vardı”
Kenya Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyata
“Misyonerlik tarih boyunca hiçbir zaman sadece inanç ile sınırlı bir faaliyet alanı olmamıştır. Bugün son iki yüzyılın dünya tarihini okurken misyoner kurumlara ve bu kurumların toplumlar ve ülkeler üzerindeki etkilerine dair birçok çarpıcı bilgi ile karşılaşıyoruz. Kültürel, toplumsal, ekonomik ve en çok da politik planlar için Hıristiyan inancının kullanıldığını ve bu durumun bizzat misyonerler tarafından kayıt altına alındığını görüyoruz. Sömürgeciliğin ayrılmaz bir parçası olan misyonerlik bugün hâlâ dünyanın birçok bölgesinde yardıma muhtaç insanların mahrumiyetleri üzerinden ülkelere nüfuz etme aracı olarak kullanılmaktadır. Misyonerlik görevi ile dünyanın farklı bölgelerinde eğitim, sağlık ve insanî yardım alanlarında faaliyet yürüten kişi ve kurumlar, çalışmaları esnasında insanî değerleri ve dinî öğretileri hiçe sayarak toplumları köleleştirmiştir. Hâlihazırda sivil toplum kuruluşu kisvesi altında dünyanın en fakir ve yardıma muhtaç bölgelerine giden misyonerler, uluslararası ekonomik ve siyasi planlara ve emperyalist ajandalara hizmet etmektedir. Yardıma muhtaç toplumlarda en zayıf grubu oluşturan çocuklar ise misyonerlerin en öncelikli hedefidir; zira küçük yaşlarda misyoner kurumlarda endoktrine edilen (beyni yıkanan) yetim ve yardıma muhtaç çocuklar, büyüdüklerinde kendi toplumlarına gönderilerek misyonerlik çalışmalarının devamı sağlanmaktadır. Toplumları dizayn etmek için “tohum ekmek” olarak değerlendirilen bu yöntem, misyonerler tarafından yüzyıllardır kullanılan bir metottur.”[3]
Özellikle Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini hızlandıran ve yabancılar tarafından açılan kurumların (eğitim, sağlık vb. kurumlar) bir nev’i uydu olarak kullanılıp misyonerlik faaliyetlerini sürdürdükleri bilinen bir gerçekliktir (Bkz. Zeytun Olayları)[4]. Bu durum davetçi ve misyoner arasındaki en temel farkın, misyonerliğin yalnızca inanç kapsamında değil, emperyal güçlerin bir enstrümanı olduğunu ve siyasi bir sonucu olduğunun da göstergesidir.
Günümüzde de faaliyetlerine devam eden misyonerler, değişen ve gelişen dünyada farklı etkinliklerle karşımıza çıkmaktadır. Bunun için ajanslar, çizgi filmler, tv programları, internet siteleri vb. organizasyonlarla “algı” yaparak propagandalarına devam etmektedirler. Modern hayat içerisinde “Tanrı’nın vaadinin” gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapmakta olan bu örgütlenme biçiminin nihai hedefini anlamamız için “Halkları Hıristiyanlaştırma Konseyi tarafından 8 Mayıs 2000 tarihinde organize edilen Papalık Misyonerlik Cemiyetleri Ulusal Başkanları Yıllık Toplantısı’nda açılış konuşması yapan Konsey Başkanı Kardinal Josef Tomko, misyonerliğin Hıristiyanlıktaki dinî temellerini anlattıktan sonra ‘İsa’dan 2000 yıl sonra misyon hâlâ tamamlanamamıştır. 6 milyar insanın sadece 1/3’ü Hıristiyan; 2 milyar Hıristiyan’ın da sadece 1 milyar kadarı Katolik’tir.’ diyerek misyonerlik çalışmalarının artarak devam etmesi gerektiğini vurgulamıştır.”[5] alıntıladığım metnin yeterli olacağı kanaatindeyim.
Yüce Allah, davetçiden sözü en güzel şekilde anlatmasını ister, çünkü kerim kitabında “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (Zümer Sûresi, 18) der. İslâm’ı en güzel şekilde anlatmak, muhatabının da “söz”den nasibini artıracaktır. Unutmamak gerekir ki Peygamber Efendimiz (sav), insanları kendine, kendi otoritesine, sistemine, pozisyonuna değil; Allah’a ve O’na hakkıyla teslim olmaya çağırmıştır. Üstelik bu davet için kimseden herhangi bir beklenti ve ücret talep etmemiştir (Şuara Sûresi, 109). Yalnızca Allah’ın rızasını gözeten Peygamber, bir davetçi için Allah rızasından başka herhangi bir durumun söz konusu olmayacağını bizzat hayatıyla örnek olarak göstermiştir.
Davetçi, boş çekişmeler ve münakaşalardan uzak durur, din hususunda kimseyle çekişmeye girmez. Sürekli olarak Hakk’ı hatırlatır ve Allah’a çağırır. Karanlığa küfretmek, kötülemek yerine aydınlıktan bahseder. Efendimiz şöyle buyuruyor: “İnsanları dine davet edin, müjdeleyin; nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın; zorlaştırmayın. Uyumlu olun; geçimsiz olmayın.”[6]
Davet ve tebliğ hemen hemen aynı şeylerdir, biri çağırmayı diğeri ise vahyi ulaştırmayı ve duyurmayı ifade eder. İslâm, zorla ve her türlü yola başvurarak kimseyi Müslümanlaştırmaz. Ulaştığı muhatabının güzel ve iyi olanı tercih etmesini bekler.
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Âli İmran Sûresi 110. Ayet)
Emre Dinç
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2020/13 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] https://İslâmansiklopedisi.org.tr/misyonerlik
[2] Mustafa Akyul, “Osmanlı Devleti’nin Yıkılmasında Misyonerlik Faaliyetlerinin Etkileri (1839 – 1923)” (Y.L.Tezi, Gazi Üniversitesi, 2007), 15.
[3] Sevgi Altundal Hajdari, Tarihi Süreç İçerisinde Misyonerlik Ve Misyonerlerin Yetim Faaliyetleri – Ramazan 2016, Yayına hazırlayan: İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi,3.
[4] http://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/zeytun-isyanlari/
[5] A.g.e. Hajdari, 7.
[6] Müslim, Cihad/3, Hadis no: 1733, 3/1359. Buhari, Megazi/60, İcare/8, nak. K. Sitte 12/271.